Başbuğ olayı
07 Ocak 2012 - 02:30
- Milliyet.com.tr »
- Siyaset Ana Sayfa »
- Siyaset Yazarları »
- Derya Sazak
Başbuğ olayı
Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ “örgüt yöneticiliği ve darbeye teşebbüs” suçlamasıyla verdiği yedi saatlik ifadenin ardından tutuklanarak cezaevine gönderildi.
27 Mayıs 1960’ta gerçekleştirilen 27 Mayıs İhtilalinden bu yana 12 Eylül darbesi dahil Cumhuriyet tarihinde ilk kez bir Genelkurmay Başkanı “cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını engellemeye teşebbüsten” tutuklanmış oldu.
Türkiye’de “başarısız” darbe girişimine pek az rastlandığı ve darbeyi “başarıyla” gerçekleştirenler Cumhurbaşkanı oldukları için eski Genelkurmay başkanlarının “darbeye teşebbüs”ten yargılanmaları alışılagelmiş bir durum değil.
1980 darbesini yapan Evren hakkında bir iddianame hazırlanabilmesi için 31 yıl geçti!
Başbuğ göreve başlarken, seleflerine göre şanslıydı.
Çünkü yakın tarihli örnekler vardı.
2007’deki Cumhurbaşkanlığı seçimine kendisinden önceki Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, internetten yayımladığı “e-muhtıra” ile müdahale etmişti. Anayasa Mahkemesi “367 darbesi”yle müdahalenin hukuki zeminini hazırlamış, parlamento cumhurbaşkanını seçemeyerek seçime gitmek zorunda kalmıştı.
27 Nisan tarihli “e muhtıra”, nedense bugüne dek “darbe teşebbüsü” olarak görülmedi!
Başbakan ile Büyükanıt arasındaki “Dolmabahçe mutabakatı”yla mesele çözümlendi.
Başbuğ’a gelinceye dek 28 Şubat “post modern darbesi” de sorun yaratmadı.
2003-2004’te Hilmi Özkök döneminde kuvvet komutanları tarafından yapılan “darbe planları” ise sonradan dava konusu oldu. Dönemin Hava ve Deniz Kuvvetleri komutanları “darbeye teşebbüs”ten cezaevindeler. 28 Şubatçılardan Çetin Doğan ise “Balyoz”dan yargılanıyor.
Bunca örnekten sonra İlker Başbuğ’un “karargâh”ı ordunun asıl işlevi olan askeri faaliyetlerle ilgili konumlandırması bekleniyordu. Nitekim göreve geldiğinde “cool” bir general olarak silahlı kuvvetleri kışlasına çekeceği yönünde makaleler yayımlandı.
Ancak gelişmeler Başbuğ’u “İrtica ile Mücadele Eylem Planı”, “İnternet Andıcı” gibi olayların merkezine çekti.
Albay Dursun Çiçek’in suçlandığı belgeye “kâğıt”, Poyrazköy’de çıkan lavlara “boru” dedi.
Andıçtan tutuklanan yüksek rütbeli askerler andıç emrini veren komutanın “Başbuğ olduğunu” söylediler.
Başbuğ cezaevine gönderilen ilk Genelkurmay Başkanı olarak “Ben Türkiye Cumhuriyeti’nin 26. Genelkurmay Başkanıyım. Terör örgütü üyeliğiyle suçlanmam trajikomiktir. Ağırıma gidiyor” diye isyan ediyor.
Umarız yargı süreci lehine gelişir.
Başbuğ’un bir “darbe girişimi” içinde olup olmadığı yargılama sonunda anlaşılacak.
Böyle bir “plan” ve “teşebbüs” keşke emekliye ayrılmadan “emrinde” çalıştığı hükümetçe; açığa çıkarılabilmiş olsaydı!
Başbuğ olayından askerlerin alacağı bir ders var:
Tarihin akışı değişti.
Ordu artık siyasete müdahaleden vazgeçmeli.
Silivri’deki general sayısı bunu gösteriyor.
27 Mayıs 1960’ta gerçekleştirilen 27 Mayıs İhtilalinden bu yana 12 Eylül darbesi dahil Cumhuriyet tarihinde ilk kez bir Genelkurmay Başkanı “cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını engellemeye teşebbüsten” tutuklanmış oldu.
Türkiye’de “başarısız” darbe girişimine pek az rastlandığı ve darbeyi “başarıyla” gerçekleştirenler Cumhurbaşkanı oldukları için eski Genelkurmay başkanlarının “darbeye teşebbüs”ten yargılanmaları alışılagelmiş bir durum değil.
1980 darbesini yapan Evren hakkında bir iddianame hazırlanabilmesi için 31 yıl geçti!
Başbuğ göreve başlarken, seleflerine göre şanslıydı.
Çünkü yakın tarihli örnekler vardı.
2007’deki Cumhurbaşkanlığı seçimine kendisinden önceki Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, internetten yayımladığı “e-muhtıra” ile müdahale etmişti. Anayasa Mahkemesi “367 darbesi”yle müdahalenin hukuki zeminini hazırlamış, parlamento cumhurbaşkanını seçemeyerek seçime gitmek zorunda kalmıştı.
27 Nisan tarihli “e muhtıra”, nedense bugüne dek “darbe teşebbüsü” olarak görülmedi!
Başbakan ile Büyükanıt arasındaki “Dolmabahçe mutabakatı”yla mesele çözümlendi.
Başbuğ’a gelinceye dek 28 Şubat “post modern darbesi” de sorun yaratmadı.
2003-2004’te Hilmi Özkök döneminde kuvvet komutanları tarafından yapılan “darbe planları” ise sonradan dava konusu oldu. Dönemin Hava ve Deniz Kuvvetleri komutanları “darbeye teşebbüs”ten cezaevindeler. 28 Şubatçılardan Çetin Doğan ise “Balyoz”dan yargılanıyor.
Bunca örnekten sonra İlker Başbuğ’un “karargâh”ı ordunun asıl işlevi olan askeri faaliyetlerle ilgili konumlandırması bekleniyordu. Nitekim göreve geldiğinde “cool” bir general olarak silahlı kuvvetleri kışlasına çekeceği yönünde makaleler yayımlandı.
Ancak gelişmeler Başbuğ’u “İrtica ile Mücadele Eylem Planı”, “İnternet Andıcı” gibi olayların merkezine çekti.
Albay Dursun Çiçek’in suçlandığı belgeye “kâğıt”, Poyrazköy’de çıkan lavlara “boru” dedi.
Andıçtan tutuklanan yüksek rütbeli askerler andıç emrini veren komutanın “Başbuğ olduğunu” söylediler.
Başbuğ cezaevine gönderilen ilk Genelkurmay Başkanı olarak “Ben Türkiye Cumhuriyeti’nin 26. Genelkurmay Başkanıyım. Terör örgütü üyeliğiyle suçlanmam trajikomiktir. Ağırıma gidiyor” diye isyan ediyor.
Umarız yargı süreci lehine gelişir.
Başbuğ’un bir “darbe girişimi” içinde olup olmadığı yargılama sonunda anlaşılacak.
Böyle bir “plan” ve “teşebbüs” keşke emekliye ayrılmadan “emrinde” çalıştığı hükümetçe; açığa çıkarılabilmiş olsaydı!
Başbuğ olayından askerlerin alacağı bir ders var:
Tarihin akışı değişti.
Ordu artık siyasete müdahaleden vazgeçmeli.
Silivri’deki general sayısı bunu gösteriyor.
Комментарии
Отправить комментарий