CEHENNEM
CEHENNEM
Bakara
/ 39. İnkâr edip âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, onlar da cehennem
ehlidirler. Orada ebedî olarak kalacaklardır. وَالَّذينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِايَاتِنَا اُولئِكَ اَصْحَابُ النَّارِ
هُمْ فيهَا خَالِدُونَ
وَاِذَا قيلَ لَهُ اتَّقِ اللّهَ
اَخَذَتْهُ الْعِزَّةُ بِالْاِثْمِ فَحَسْبُهُ جَهَنَّمُ وَلَبِئْسَ الْمِهَادُ
Bakara
/ 206. Ona: "Allah'tan kork!" dendiği zaman da kendisini onuru
(gururu) günah işlemeye sevkeder. Cehennem de onun hakkından gelir. O ne kötü
bir yataktır!
اِنَّ الَّذينَ تَوَفّيهُمُ
الْمَلئِكَةُ ظَالِمي اَنْفُسِهِمْ قَالُوا فيمَ كُنْتُمْ قَالُوا كُنَّا
مُسْتَضْعَفينَ فِى الْاَرْضِ قَالُوا اَلَمْ تَكُنْ اَرْضُ اللّهِ وَاسِعَةً
فَتُهَاجِرُوا فيهَا فَاُولئِكَ مَاْويهُمْ جَهَنَّمُ وَسَاءَتْ مَصيرًا
Nisa
/ 97. Melekler, kendilerine zulmeden kişilerin canlarını aldıklarında, onlara,
"Ne işte idiniz?" derler. Onlar da: "Biz yer yüzünde zayıf
kimselerdik." derler. Melekler:
"Allah'ın yeryüzü geniş değil miydi, siz de orada hicret etseydiniz
ya?" derler. İşte bunların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü gidiş
yeridir.
اِنَّ الْمُنَافِقينَ فِى
الدَّرْكِ الْاَسْفَلِ مِنَ النَّارِ وَلَنْ تَجِدَ لَهُمْ نَصيرًا
Nisa
/ 145. Şüphesiz ki münafıklar, cehennem ateşinin en aşağı tabakasındadırlar.
Onlara bir yardım edici de bulamazsın.
وَنَادى اَصْحَابُ النَّارِ اَصْحَابَ الْجَنَّةِ
اَنْ اَفيضُوا عَلَيْنَا مِنَ الْمَاءِ اَوْ مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّهُ قَالُوا
اِنَّ اللّهَ حَرَّمَهُمَا عَلَى الْكَافِرينَ
Araf
/ 50. Cehennemdekiler, cennettekilere: "Bize biraz su akıtın veya Allah'ın
size verdiği rızıktan bize de verin." diye seslenirler. Cennettekiler de:
"Allah, bunların ikisini de kâfirlere haram kıldı." derler.
وَاِنْ تَعْجَبْ فَعَجَبٌ
قَوْلُهُمْ ءَاِذَا كُنَّا تُرَابًا ءَاِنَّا لَفى خَلْقٍ جَديدٍ اُولئِكَ
الَّذينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ وَاُولئِكَ الْاَغْلَالُ فى اَعْنَاقِهِمْ
وَاُولئِكَ اَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فيهَا خَالِدُونَ
Ra'd
/ 5. Eğer şaşıyorsan, asıl şaşılacak şey
onların şu sözleridir: "Biz toprak olup gittikten sonra mı, yani biz
gerçekten yeniden mi yaratılacağız?" İşte bunlar Rablerini inkâr
etmişlerdir. Bunlar boyunlarında demir halkalar bulunanlardır. Ve işte bunlar
cehennemliktirler, orada ebedî kalacaklardır.
لَهَا سَبْعَةُ اَبْوَابٍ
لِكُلِّ بَابٍ مِنْهُمْ جُزْءٌ مَقْسُومٌ
Hicr
/ 44. "Cehennemin yedi kapısı vardır. O kapıların herbiri için birer grup
ayrılmıştır."
وَمَنْ يَهْدِ اللّهُ فَهُوَ الْمُهْتَدِ وَمَنْ
يُضْلِلْ فَلَنْ تَجِدَ لَهُمْ
اَوْلِيَاءَ مِنْ دُونِه وَنَحْشُرُهُمْ يَوْمَ الْقِيمَةِ عَلى
وُجُوهِهِمْ عُمْيًا وَبُكْمًا وَصُمًّا مَاْويهُمْ جَهَنَّمُ كُلَّمَا خَبَتْ زِدْنَاهُمْ
سَعيرًا
İsra
/ 97. Allah kime hidayet verirse, o doğru yoldadır. Kimi de hidayetten uzak
tutarsa, artık bunlar için Allah'tan başka hiçbir yardımcı bulamazsın. Ve biz,
o kâfirleri kıyamet günü kör, dilsiz ve sağır oldukları halde, yüzleri üstü sürünerek
haşredeceğiz. Varacakları yer cehennemdir; ateşi dindikçe onun ateşini
artırırız.
HADİS..
* Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: "Yaktığınız ateş var ya, bu,
cehennem ateşinin yetmiş cüzünden bir cüzdür!" buyurmuştu.
(Yanındakiler): "Zaten bu ateş,
vallahi (âsileri cezalandırmaya ahirette) yeterliydi" dediler.
Aleyhissalâtu vesselâm:
"Cehennem ateşi öbürüne altmışdokuz kat üstün kılındı. Her bir
kat'ın harareti, bunun mislindedir."
* Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Cehennem ateşi bin yıl yakıldı. Öyle
ki kıpkırmızı oldu. Sonra bin yıl daha yakıldı, öyle ki beyazlaştı. Sonra bin
yıl daha yakıldı. Şimdi o siyah ve karanlıktır."
* Ebu Saidi'l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Cehennemi kuşatan surun dört (ayrı)
duvarı vardır. Her duvarın kalınlığı kırk yıllık yürüme mesafesi kadardır."
* Hasan Basri rahimehullah anlatıyor: "Utbe
İbnu Gazvân radıyallahu anh, Basra'da minberde (hutbe esnasında) dedi ki: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
bize şöyle buyurmuşlardı: "Cehennemin kıyısından büyük bir taş bırakıldı.
Bu taş yetmiş yıl aşağı doğru düştü de henüz dibe ulaşmadı." (Utbe İbnu Gazvân, devamla) der ki:
"Hz. Ömer radıyallahu anh: "Ateşi çok zikredip hatırlayın. Zira onun
harareti pek şiddetlidir; derinliği çok fazladır, çengelleri demirdendir"
buyurdu."
* Ebu Said el-Hudri radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Veyl, cehennemde bir vadidir. Kâfir
orada, kırk yıl batar da dibine ulaşamaz."
* İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Eğer zakkûmdan, dünyaya tek damla
damlatılacak olsa, bu dünya ehlinin yiyeceklerini ifsad ederdi. Öyleyse,
yiyecek ve içeceği zakkum olan cehennemliğin hali ne olur (anlayın)!"
* Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Cehennem, Rabbine şikayet ederek:
"Ey Rabbim! Bir parçam diğer bir parçamı yemektedir" dedi. bununn
üzerine, Allah Teâla hazretleri ona, iki nefes almaya izin verdi: Bir nefes
kışta, bir nefes de yazda. (Yazdaki nefesi) sizin rastladığınız en şiddetli
sıcaktır. (Kıştaki nefesi de) sizin rastladığınız en şiddetli (soğuk olan)
zemherirdir."
* Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Kıyamet günü, ateşten bir parça,
boyun şeklinde uzanır. Bunun, gören iki gözü, işiten iki kulağı, konuşan bir
dili vardır. Der ki: "Ben üç takım (insanı cezalandırmak) için
vazifelendirildim: Allah'la birlikte bir başka ilaha dua eden kimse, bile bile
zulmeden cebbâr, tasvirciler."
* İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Kıyamet günü cehennem, yetmişbin
повода olduğu halde getirilir. Her yularında, onu çeken yetmişbin melek
vardır."
* Mücahid anlatıyor: "İbnu Abbâs radıyallahu
anhüma bana: "Cehennemin genişliği ne kadardır, biliyor musun?" diye
sordu. Ben: "Hayır!" deyince: "Doğru, Allah'a yemin olsun,
bilemezsin!" dedi ve ilave etti: "Bana Hz. Aişe radıyallahu anha dedi
ki: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm 'a: "Kıyamet günü Arz toptan O'nun bir
kabzasıdır (tam tasarrufundadır). Gökler de O'nun sağ eliyle
dürülmüşlerdir" (Zümer 67) âyetinden sormuş ve: "Bu sırada insanlar nerede olurlar
(ey Allah'ın Resûlü)" demiştim. Aleyhissalatu vesselam: "Cehennem
köprüsünde!" cevabını verdi."
* Nu'mân İbnu Beşir radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Cehennemliklerin azab cihetiyle en
hafif olanı, ayağında ateşten bir nalın ve nalın bağı olan kimsedir ki,
ayağındakiler sebebiyle, tıpkı tencerenin kaynaması gibi, başında dimağı
kaynar. Öyle tahammülfersa bir azam duyar ki, azabca insanların en hafifi
olduğu halde, kendinden şiddetli azab çeken olmadığını zanneder."
* Semüre İbnu Cündeb radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "(Cehennemlikler derece derecedir.)
Bir kısmı vardır, ateş onları topuğuna kadar yakalar, bir kısmı vardır,
dizlerine kadar yakalar, bir kısmı vardır kemere kadar yakalar, bir kısmı
vardır köprücük kemiğine kadar yakalar."
* Ebu'd-Derda radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Cehennem ehline açlık musallat
edilir. Bu, içinde bulundukları azaba eşit dereceye ulaşır. Açlığa karşı yardım
talep ederler. Onlara besleyici olmayan ve açlığı gidermeyen darî' (denen
dikenli bir ot) verilir. Tekrar yiyecek isterler, bu sefer de boğazda tıkanıp
kalan bir yiyecekle imdat edilir. (Bu da boğazlarında takılır kalır, ne ileri
geçer, ne de geri gelir.)
Derken, dünyada iken, bu durumda, bir içecekle
takılan lokmaları kaydırdıklarını hatırlarlar ve bir içecek talep ederler.
Kendilerine demir kancalar bulunan kaplarda kaynar sular verilir. Bu kaplar,
yüzlerine yaklaştırılınca, yüzlerini dağlayıp atar. Su karınlarına girince,
içerilerini param parça eder. Bu sefer de:
"Cehennemin bekçilerini çağırın, ola ki azabımızı biraz
hafifletir!" derler.
Onları çağırırlar. Onlar gelince: "Size peygamberleriniz bu halleri
açıklayan haberleri getirmemiş miydi?" derler. Onlar: "Evet getirmişti (ama dinlemedik)"
derler. Bunun üzerine, bekçiler:
"Siz isteyin durun! Kâfirlerin istekleri (burada) boşadır!"
derler" (Gâfir 50). Cehennemlikler bekçilerden ümidi kesince: "(Cehenneme müvekkel melek) Mâlik'i
çağırın!" derler. (Mâlik gelince):
"Ey Mâlik, (söyle de) Rabbin bizim hakkımızda ölüme
hükmetsin!" derler. Mâlik de onlara:
"Hayır! (Siz burada canlı olarak ebedi) kalıcılarsınız!" diye
cevap verecek" (Zuhruf 77).
(Hadisin ravilerinden) A'meş rahimehullah
der ki: "Bana bildirildi ki, cehennemliklerin Mâlik'e yalvarmaları ile
Mâlik'in onlara verdiği cevap arasında bin yıllak zaman geçecektir.
Cehennemlikler, bu sefer aralarında:
"Rabbinize dua edin, sizin için O'ndan daha hayırlı kimse
yok!" diyecekler ve elbirlik şöyle yakaracaklar: "Ey Rabbimiz, bedbahtlığımız bize
galebe çalmıştı, biz gerçekten sapıtmış kimselerdik. Ey Rabbimiz bizi bundan
çıkar. Eğer (yine) küfre dönersek artık hiç şüphesiz ki zâlimlerden
oluruz" (Mü'minûn 106-107). Rab Teâl, onlara: "Cehennemin içine
yıkılıp gidin! Bana bir şey söylemeyin!" diyecek" (Mü'minûn
108). Resûlullah devamla dedi ki:
"Bu cevap üzerine, cehennem ehli her çeşit hayırdan ümidlerini keserler;
hıçkırmaya, nedâmet etmeye, dövünüp yırtınmaya başlarlar."
* Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Cehennemliklerin tepelerine kaynar
su dökülür. Bu su, vücudlarının içine nüfuz eder, öyle ki karınlarına kadar
ulaşır; içlerinde ne var ne yok, söker atar ve ayaklarını delip geçer. Bu
hâdise "Bununla karınlarının içinde ne varsa hepsi ve derileri eritilecektir"
(Hacc 20) ayetinde zikri geçen eritme (es-Sahru) hâdisesidir. Sonra (eriyen
cesedleri) eski haline iade edilir."
* Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Kâfirin cehennemdeki bir azı dişi
Uhud dağı kadardır. Derisinin kalınlığı da üç gecelik yol mesafesidir."
* İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Kâfir, bir iki fersah uzunluğundaki
dilini Kıyamet günü yerde sürür, (Mevkıf'te) insanlar onun üzerine
basarlar."
* Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Kıyamet günü ilk çağrılacak olan,
Hz. Âdem'dir. Hak Teâla Hazretleri:
"Ey Âdem!" der. Hz. Âdem:
"Buyur ey Rabbim, emrindeyim!" der. Rabb Teâla: "Zürriyyetinden cehenneme girecekleri
ayır!" emreder. Âdem: "Ey
Rabbim ne miktarını ayırayım?" diye sorar. Rabb Teâla: "Her yüzden doksandokuzunu!"
ferman buyurur." (Ashab bu
esnada atılıp): "Ey Allah'ın Resûlü! Bizden geriye ne kaldı?" derler.
Aleyhissalâtu vesselâm: "Benim
ümmetim, diğer ümmetler yanında siyah öküzün başındaki beyaz tüy gibi
(az)dır!" buyurdular."
* Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Hz. İbrahim aleyhisselâm, Kıyamet
günü, babası Azer'i (yüzü) üzerinde bir siyahlık ve toz toprak olduğu halde
görür. Babasına: "Ben sana
dünyada iken, "Bana, âsi olma!" demedim mi?" der. Babası ona: "İşte bugün ben artık sana âsi
olmayacağım!" der. Bunun üzerine İbrahim aleyhisselâm: "Ey Rabbim! Sen yeniden diriltilme
gününde beni rüsvay etmeyeceğini vaadetmiştin. Rahmetten uzak babamın halinden
daha rüsvay edici başka ne var?" diye yakarır. Allah Teâla
Hazretleri: "Ben cenneti
kâfirlere haram kıldım!" cevabında bulunur. Sonra şöyle nida edilir: "Ey İbrahim, ayaklarının altında ne
var, biliyor musun?" İbrahim yere bakar ve kana bulanmış bir sırtlan
görür. Derhal ayaklarından tutulup ateşe atılır. (İşte bu, İbrahim'in
babasıdır, o çirkin surete sokulmuştur)."
* Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Allah Teâla Hazretleri cenneti
yarattığı zaman Cibril aleyhisselâm'a:
"Git ona bir bak!" buyurdular. O da gidip cennete baktı ve:
"(Ey Rabbim!) Senin izzetine yemin olsun, onu işitip de ona girmeyen
kalmayacak, herkes ona girecek!" dedi. (Allah Teâla Hazretleri) cennetin
etrafını mekruhlarla çevirdi. Sonra: "Hele git ona bir daha bak!"
buyurdu. Cebrail gidip ona bir daha baktı. Sonra da: "Korkarım, ona hiç kimse
girmeyecek!" dedi. Cehennemi yaratınca, Cebrail'e: "Git, bir de şuna bak!" buyurdu.
O da gidip ona baktı ve:
"İzzetine yemin olsun, işitenlerden kimse ona girmeyecektir!"
dedi. Allah Teâla hazretleri de onun etrafını şehvetlerle kuşattı. Sonra
da: "Git ona bir kere daha
bak!" dedi. O da gidip ona baktı. Döndüğü zaman: "İzzetine yemin olsun, tek kişi
kalmayıp herkesin ona gireceğinden korkuyorum!" dedi."
* Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Cennetin etrafı mekârihle (nefsin
hoşlanmadığı şeylerle) sarılmıştır. Cehennemin etrafın da şehevi (nefsin
arzuladığı, cazip) şeylerle sarılmıştır."
* Yine Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Cehennem, içerisine âsiler
atıldıkça: "Daha var mı?" demekten geri durmaz. Bu hal,
Rabbu'l-İzze'nin cehennemin üzerine ayağını koyup, iki yakasını dürüp
birleştirmesine kadar devam eder. İşte o zaman cehennem: "Yeter, yeter. İzzet ve keremine
yemin olsun yeter!" der. Cennette fazlalık devam eder. Allah, ona mahsus
yeni bir halk yaratır ve bunları cennetin fazla kısmına yerleştirir."
* Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Cennet ve cehennem, aralarında (ihtilaf
ederek Allah nezdinde) dâvâ açtılar. Cehennem: "Ben, mütekebbirler (dünyada büyüklük
taslayanlar) ve mütecebbirler (zorbalık yapanlar) için tercih edildim!"
diye övündü. Cennet de: "(Ey
Rabbim!) Bana niçin sadece zayıflar ve (insanlar nazarında) düşük olanlar,
(hakir görülenler) girer?" dedi. Allah Teâla Hazretleri önce cennete hitap
etti: "Sen benim rahmetimsin.
Kullarımdan dilediklerime rahmetimi seninle ulaştıracağım!" Sonra da
cehenneme hitap etti: "Sen de benim azabımsın. Kullarımdan
dilediğimi seninle azablandıracağım!" (Her ikisine yönelerek): "İkiniz(in de vazifesi var! İkiniz
de) dolacaksınız!" buyurdu. Ancak cehennem, bir türlü dolmak bilmedi.
Allah Teâla da ayağını üzerine bastı. Derken cehennem: "Yeter! Yeter!" diye inledi. Bu
suretle dolmuş olan cehennemin ağzı birbirine kavuştu. Allah mahlûkatından
hiçbir ferde asla zulmetmez. Cennete
gelince, Allah onu yeni mahlûkat yaratarak onu dolduracaktır."
* Ebu Sa'id radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Hakkıyla cehennemlik olan
cehennemlikler var ya, onlar cehennemde ne ölürler ne de yaşarlar. Lâkin
günahları -yahut hataları denmiştir- sebebiyle ateşe dûçar olan birkısım
kimseler vardır ki, ateş onları tamamen öldürür. Yanıp kömür olduktan sonra,
kendilerine şefaat edilme izni verilir. Böylece grup grup getirilirler ve
cennet nehirlerine dağıtılırlar. Sonra:
"Ey cennet ehli! Bunların üzerlerine su dökün" denilir.
Bunlar, sel yatağında biten bir ot gibi yeniden biterler."
* Yine Ebu Sa'id radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Mü'minler cehennemden kurtarılıp,
cennetle cehennem arasındaki köprüde bir müddet hapsedilirler. Bu sırada,
aralarında dünyada geçmiş olan haksızlıklar kısas edilir. Böylece günahlardan
temizlenip paklandıktan sonra cennete girmelerine izin verilir. Nefsimi kudret
elinde tutan Zât-ı Zülcelâl'e yemin olsun, onlardan herbiri, cennetteki evini,
dünyadaki evinden daha iyi bilir.".
* İmran İbnu Husayn radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Muhammed aleyhissalâtu vesselâm'ın
şefaati ile, birkısım insanlar cehennemden çıkacak, cennete girecektir. Bunlara
cehennemlikler denecektir."
* Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Cehenneme giren iki kişinin oradaki
bağırtıları şiddetlenecek. Allah Teâla Hazretleri: "Çıkarın bunları!"
buyuracak. Onlara: "Niçin
bağırıyorsunuz?" diye sorulacak. Onlar:
"Bize merhamet edesin diye böyle yaptık!" diyecekler. Rab
Teâla: "Benim size rahmetim, gidip
kendinizi ateşe atmanız şeklindedir!" buyuracak. Onlar gidecekler. Biri
kendisini ateşe atacak. Allah da ateşi ona soğuk ve selametli kılacak. Diğeri
kalkar fakat kendini ateşe atamaz. Allah Teâla hazretleri: "Arkadaşının attığı gibi, seni de
kendini atmaktan alıkoyan nedir?" diye sorar. Adam: "Ey Rabbim, beni ondan çıkardıktan
sonra oraya bir kere daha göndermeyeceğini ümid ediyorum!" der. Allah
Teâla hazretleri: "Haydi ümidini
verdim!" der. İkisi de Allah'ın rahmetiyle cennete sokulurlar."
* İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Cennete en son giren kimse, bazan
yürür, bazan ağlar. Ateş de arada sırada onu yalar geçer. Cehennemi tamamen
geçince dönüp ona bir nazar eder ve:
"senden beni kurtaran Allah münezzehdir! Allah Teâla hazretleri,
bana evvelin ve ahirinden hiç kimseye vermediği şeyi verdi!" der. Derken
ona bir ağaç gösterilir. "Ya
Rabbi! der, beni şu ağaca yaklaştır da altında gölgeleneyim, suyundan
içeyim!" Allah Teâla hazretleri:
"Ey âdemoğlu! Dilediğini versem benden başka bir şey istemezsin
değil mi?" der.
Adam:
"Ey Rabbim, ondan başka bir şey istemeyeceğim!" der ve başka
bir şey istemeyeceğine dair söz verir. Rabbi de onun özrünü kabul eder. Çünkü
o, sabredemeyeceği şeyi görmüştür. Onu ağaca yaklaştırır. Adamcağız, onun
gölgesinde gölgelenir, suyundan içer. Sonra adama, evvelkinden daha güzel bir
ağaç daha gösterilir. Dayanamayıp:
"Ey Rabbim! Beni şuna yaklaştır, gölgesinde gölgeleneyim, suyundan
içeyim, artık senden başka bir şey istemeyeceğim!" der. Allah Teâla: "Ey âdemoğlu! Bana öncekinden
başkasını istememeye söz vermemiş miydin? Ben seni yaklaştıracak olsam başka
şeyler isteyeceksin!" der. Adam, başka şey istemeyeceği hususunda söz
verir. Rabbi de onu mazur görür. Çünkü o, sabredemeyeceği şeyi görmüştür. Adamı
ona yaklaştırır.
Adam onun gölgesinde gölgelenir, suyundan
içer. Sonra ona cennetin kapısının
yanında bir ağaç yükseltilir. Bu ağaç diğer ikisinden daha güzeldir. Adam
yine: "Ey Rabbim" Beni şuna
yaklaştır da gölgesinde gölgeleneyim, suyundan içeyim, senden başka bir şey
istemiyorum!" der. Rab Teâla:
"Ey âdemoğlu! Sen ondan başka bir şey istemeyeceğine dair bana söz
vermemiş miydin?" der. Adam:
"Evet, Rabbim! Senden başka bir şey istemeyeceğim!" der. Rabbi
onu mazur görür. Çünkü o, sabredemeyeceği bir şey görmüştür. Onu bu ağaca
yaklaştırır. Adam ona yaklaştırılınca cennet ehlinin seslerini işitir.
(Dayanamayıp): "Ey Rabbim! Beni
cennete sok!" der. Rab Teâla:
"Ey âdemoğlu! Beni senden kurtaracak şey nedir! Dünya kadarını ve
beraberinde mislini versem razı olur musun!" der. Adam: "Ey Rabbim! Benimle istihza mı ediyorsun?
sen ki âlemlerin Rabbisin!" der."
İbnu Mes'ûd bu noktada güldü ve: "Niye
güldüğümü sormuyor musunuz?" dedi.
"Niye güldün söyle!" dediler. "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm da
böyle gülmüştü. "Niye güldünüz?" diye soruldu da: "Rabbülalemin'in, adamın "Sen ki
âlemlerin Rabbisin, benimle istihza mı ediyorsun?" demesine gülmesine
gülüyorum!" dedi. Allah Teâla
Hazretleri: "Ben seninle istihza
etmiyorum. Lâkin ben, Azimüşşân dilediğimi yapmaya kâdirim!"
buyurdular."
PIRLANTA SERİSİ…
Cehennem bir cezadır, kötü amellerin cezası.. Orada, buradaki kötü
işlerin cezası çekilecektir. Burada mü’min belli şeylere katlanarak, Cennet’e
girme hüviyet, hal ve hususiyetini kazanamamışsa, bu iş bir mânâda
tamamlanacaktır. Bütün bütün istidat ve kabiliyetlerini küfürle kaybetmiş
kimselere gelince, onlarda en küçük bir maya olmadığından dolayı, Cennet
hesabına onlarda bir mayalanma olmayacaktır. Bir şeyin içinde alkolleşmeye dair
bir hususiyet varsa, onda bir fermantasyon olur, fakat, hiç böyle bir hususiyet
yoksa, onda hiç bir ekşime görülmez. Aynen öyle de, Efendimiz (a.s.m.): “Zerre
kadar imanı olan, cennete girer.” buyurur. Çünkü onun içinde onu Cennet’e ehil
hale getirebilecek böyle önemli ve hayati bir cevher var..
Demek ki, burada seyrini tamamlayamamış, kavsiyelerini bitirememiş,
mi’raclarını yapamamış olanlar; buna karşılık, kabirden başlamak üzere, bir
azab, bir işkence silsilesi içinde değişik bir seyre tâbi tutulacaklar. Buna
göre bazı kimseler, hesaplarını kabirde bitirecekler. Meselâ; rüyalarına
girdiği kimselere bazı hak dostları diyorlar ki: “Altı ay çektik bitti...”
Tabii rüya doğru ise, maksat mukarrebin hesabıdır. Daha başkaları, kabir
hırpalamasıyla hesap ve mîzan dağdağasından kurtulacaklardır. Bazılarının işi
mahşere kadar devam edecek. Mahşerde sorgu-suale ya çekilecek veya
çekilmeyecek. Sonra bazıları, cehenneme girecek -Allah bizi muhafaza buyursun-
Onlar da burada fevtettikleri şeyleri tedarike çalışacaklar. Allah orada
çalıştıracak, sonra çıkaracak.. ama cehennemlik olarak yadedilecek ve cennete
girecekler. Böylece burada almaları gerekli olan hüviyeti almış olacaklar..
Yani özlerine ulaşacak ve fıtratı asliyelerine kavuşacaklar. Neticede, dünyaya
ilk geldikleri gibi temizliği yeniden elde edecekler.. ve Allah da onları Cehennem’den
alıp Cennet’e koyacak...
CENNET VE CEHENNEM
Cennet ve cehennem iki mühim neticedir. Cenâb-ı Hakk’ın esmâ ve
sıfatları her ikisini de iktizâ etmektedir. Ve inanan için hem cennet hem de
cehennem her ikisi de rahmettir. Sure-i Rahman’daki:
“İkinizin de üzerine, ateşten yalın alev ve kıpkızıl bir duman (yahut
erimiş bakır) gönderilir, kendinizi savunamazsınız. Şimdi Rabbinizin hangi
nimetlerini yalanlıyorsunuz”(Rahmân, 55/35,36) âyetleri bize bunu anlatır.
Onların üzerine atom bombasının tesirinin veya güneşin merkezindeki hararetin
ancak fikir verebileceği korkunç ateşler salıverilecek. İşte Kur’ân-ı Kerim
böyle bir ateşin salıverilmesinin hemen ardından cin ve inse “Rabbinizin hangi
nimetlerini yalanlarsınız?” diye hitab ediyor. Burada kastedilen nimet nedir?
Cehennem bütün dehşetiyle insanın içinde bir ürperti hasıl ederek, mü’minin
hayatını tanzim hususunda ona bir fikir veriyorsa, işte bu onun için bir
nimettir.
Cennet, ulvî duygulu insanlar için onları yüksek zirvelere sevketmekte
âmil olduğu gibi, cehennem de, seviyesi olgunluğa ermemiş insanların ondan
korkmaları sebebiyle hayatlarını ciddi bir kontrol altına almalarına sebeptir.
Evet, cehennem, tehlikeli bir yolda yakılmış bir ateş gibidir. O yola düşmekten
insanı korur. Cennet ise, müstakim yola kurulmuş bir sofradır, insanı o yola
dâvet eder. Böylece her ikisi de neticeyi düşünebilen insanlar için ayrı ayrı
birer nimet olmuş olur.
Kur’ân-ı Kerim, cennet ve cehennem hakikatini yüz yirmi küsur yerde ele
alır. Mücmel veya mufassal olarak anlatır. Bu anlatışlarda hem cehennemi hem de
cenneti tablolaştırırken, ruh ve cesed beraberliğine de işaret eder. Cennete
giren insanın yüzü beşaşet içindedir; ve bu ruhen huzurlu oluşun ifadesidir.
Bir de orada canının istediği her türlü yiyecek ve içecek hazırdır. Dünyadaki
hanımlarıyla beraber, sayısız huriler etrafında dönüp durmaktadır. Bu ise
cesede ait yönüyle nimetlerinin sıralanışıdır.
Cehennem ehlinin pişmanlıkları, vicdanlarını kanatan ızdırapları hep
ruhîdir ancak, alev alev ateşin içine girmeleri; yanan derilerinin yerine
azabın yenilenmesi için derhal yeni deri giydirilmesi; ve âzâlarının kendi
aleyhinde şahitlikte bulunması gibi hususlar ise tamamen cesede mahsus azap
çeşitleridir.
Bizim bu başlık içinde cennet ve cehenneme temas etmemiz, sadece ruh ve
cesed beraberliği hakkında Kur’ân-ı Kerim’in işaretlerine dikkat çekmek
içindir. Yoksa bu mevzu, ayrı, müstakil ve uzun bir mevzudur.
Soru:
Cennet ve cehennem hayatı haşirden sonra gerçekleşeceğine göre, Efendimiz’in
“Falanı cennette gördüm” demesini nasıl yorumlamalıyız?
Cevap: Bu
bir ayan-ı sabite, yani ilmî ve kaderî vücutların berzahdaki timsalleridir.
İnsanlar yaratılmazdan önce, kimin cennette, kimin cehennem’de olacağı belli
idi. Ve Efendimiz (sav) onların kaderine bakıyor, görüyor ve haber veriyordu.
Cennetliklerin
aldığı lezzet veya cehennemliklerin çektikleri elemle ilgili haberlere gelince:
Sözü edilen lezzet de, elem de cismanî değil, ya ruhanî veya akıbet
itibariyledir. Zira, Efendimizin haber verdiği cennet veya cehennemdeki
vücudlar ilmî vücudlardır. Evet dünyadaki vücudların haricî vücud olmasına
karşılık diğerleri ilmî vücudlardır. Birincisine ilim, ikincisinde ilimle
beraber meşiet ve kudret taallûk eder.[1]
RİSALE…
SUAL: CEHENNEM NEREDEDİR?
Elcevap:
Cehennemin yeri, bazı rivâyatla,
"tahte'l-arz" denilmiştir. Başka yerlerde beyan ettiğimiz gibi,
küre-i arz, hareket-i seneviyesiyle, ileride mecma-ı haşir olacak bir meydanın
etrafında bir daire çiziyor. Cehennem ise, arzın o medar-ı senevîsi altındadır
demektir. Görünmemeleri ve hissedilmemeleri, perdeli ve nursuz ateş olduğu
içindir. Küre-i arzın seyahat ettiği mesafe-i azîmede pek çok mahlûkat var ki,
nursuz oldukları için görünmezler. Kamer, nuru çekildikçe vücudunu kaybettiği
gibi, nursuz çok küreler, mahlûklar, gözümüzün önünde olup göremiyoruz.
Cehennem
ikidir. Biri suğrâ, biri kübrâdır. İleride, suğrâ kübrâya inkılâp edeceği ve
çekirdeği hükmünde olduğu gibi, ileride ondan bir menzil olur. Cehennem-i
Suğrâ, yerin altında, yani merkezindedir. Kürenin altı, merkezidir. İlm-i
tabakatü'l-arzca malûmdur ki, ekseriya her otuz üç metre hafriyatta, bir
derece-i hararet tezayüdeder. Demek, merkeze kadar nısf-ı kutr-u arz, altı bin
küsûr kilometre olduğundan, iki yüz bin derece-i harareti câmi, yani iki yüz
defa ateş-i dünyevîden şedit ve rivayet-i hadise muvafık bir ateş bulunuyor. Şu
Cehennem-i Suğrâ, Cehennem-i Kübrâya ait çok vezâifi, dünyada ve âlem-i
berzahta görmüş ve ehâdislerle işaret edilmiştir. âlem-i âhirette, küre-i arz
nasıl ki sekenesini medar-ı senevîsindeki meydan-ı haşre döker. Öyle de,
içindeki Cehennem-i Suğrâyı dahi Cehennem-i Kübrâya emr-i İlâhî ile teslim
eder.
Ehl-i
İtizâlin bazı imamları "Cehennem sonradan halk edilecektir" demeleri,
halihazırda tamamıyla inbisat etmediğinden ve sekenelerine tam münasip bir
tarzda inkişaf etmediğinden galattır ve gabâvettir.
Hem
perde-i gayb içindeki âlem-i âhirete ait menzilleri dünya gözümüzle görmek ve
göstermek için, ya kâinatı küçültüp iki vilâyet derecesine getirmeli, veyahut
gözümüzü büyütüp yıldızlar gibi gözlerimiz olmalı ki, yerlerini görüp tayin
edelim. ,
Ahiret âlemine ait menziller bu dünyevî gözümüzle görülmez. Fakat, bazı
rivâyâtın işârâtıyla, âhiretteki Cehennem bu dünyamızla münasebettardır.Yazın
şiddet-i hararetine denilmiştir.
Demek,
bu dünyevî, küçücük ve sönük akıl gözüyle o büyük Cehennem görülmez. Fakat
ism-i Hakîmin nuruyla bakabiliriz. Şöyle ki:
Arzın
medar-ı senevîsi altında bulunan Cehennem-i Kübrâ, yerin merkezindeki
Cehennem-i Suğrayı güya tevkil ederek bazı vezâifini gördürmüş. Kadîr-i
Zülcelâlin mülkü pek çok geniştir; hikmet-i İlâhiye nereyi göstermişse
Cehennem-i Kübrâ oraya yerleşir. Evet, bir Kadîr-i Zülcelâl ve emr-i mâlik
bir Hakîm-i Zülkemal, gözümüzün önünde, kemâl-i hikmet ve intizamla kameri arza
bağlamış; azamet-i kudret ve intizamla arzı güneşe raptetmiş; ve güneşi,
seyyârâtıyla beraber, arzın sürat-i seneviyesine yakın bir süratle ve haşmet-i
rububiyetiyle, bir ihtimale göre şemsü'ş-şümus tarafına bir hareket vermiş; ve
donanma elektrik lâmbaları gibi yıldızları saltanat-ı rububiyetine nuranî
şahitler yapmış, onunla saltanat-ı rububiyetini ve azamet-i kudretini göstermiş
bir Zât-ı Zülcelâlin kemâl-i hikmetinden ve azamet-i kudretinden ve saltanat-ı
rububiyetinden uzak değildir ki, Cehennem-i Kübrâyı elektrik lâmbalarının
fabrikasının kazanı hükmüne getirip âhirete bakan semânın yıldızlarını onunla
iş'âl etsin, hararet ve kuvvet versin. Yani, âlem-i nur olan Cennetten
yıldızlara nur verip, Cehennemdennar ve hararet göndersin; aynı halde, o
Cehennemin bir kısmını ehl-i azâba mesken ve mahpes yapsın.
Hem
bir Fâtır-ı Hakîm ki, dağ gibi koca bir ağacı, tırnak gibi bir çekirdekte
saklar. Elbette, o Zât-ı Zülcelâlin kudret ve hikmetinden uzak değildir ki,
küre-i arzın kalbindeki Cehennem-i Suğrâ çekirdeğinde Cehennem-i Kübrâyı
saklasın.
Elhasıl:
Cennet ve Cehennem, şecere-i hilkatten ebed tarafına uzanıp eğilerek giden bir
dalın iki meyvesidir. Meyvenin yeri ise, dalın müntehâsındadır.
Hem
şu silsile-i kâinatın iki neticesidir. Neticelerin mahalleri,
silsilenin iki tarafındadır.
Süflîsi, sakîli aşağı tarafında; nuranîsi, ulvîsi yukarı tarafındadır.
Hem
şu seyl-i şuûnâtın ve mahsulât-ı mâneviye-i arziyenin iki mahzenidir. Mahzenin
mekânı ise, mahsulâtın nevine göre, fenası altında, iyisi üstündedir.
Hem
ebede karşı cereyan eden ve dalgalanan mevcudat-ı seyyâlenin iki havuzudur.
Havuzun yeri ise, seylin durduğu ve tecemmu ettiği yerdedir. Yani, habîsâtı ve
müzahrefâtı esfelde, tayyibâtı ve sâfiyâtı âlâdadır.
Hem
lütuf ve kahrın, rahmet ve azametin iki tecellîgâhıdır. Tecelligâhın yeri ise
her yerde olabilir. Rahmân-ı Zülcemal ve Kahhâr-ı Zülcelâl nerede isterse
tecellîgâhını açar.
Amma
Cennet ve Cehennemin vücutları ise, Onuncu ve Yirmi Sekizinci ve Yirmi
Dokuzuncu Sözlerde gayet katî bir surette ispat edilmiştir. Şurada yalnız bu
kadar deriz ki: Meyvenin vücudu dal kadar ve neticenin silsile kadar ve mahzenin
mahsulât kadar ve havuzun ırmak kadar ve tecelligâhın, rahmet ve kahrın
vücutları kadar katî ve yakindir.
Çok tembellerden ve
târikü's-salâtlardan işitiyoruz. diyorlar ki: "Cenâb-ı Hakkın bizim
ibadetimize ne ihtiyacı var ki, Kur'ân'da çok şiddet ve ısrarla, ibadeti terk
edeni zecredip Cehennem gibi dehşetli bir cezayla tehdit ediyor? İtidalli ve
istikametli ve adaletli olan ifade-i Kur'âniyeye nasıl yakışıyor ki,
ehemmiyetsiz bir cüz'î hataya karşı nihayet şiddeti gösteriyor?"
Elcevap:
Evet, Cenâb-ı Hak senin ibadetine, belki hiçbir şeye muhtaç değil. Fakat sen
ibadete muhtaçsın; mânen hastasın. İbadet ise, mânevî yaralarına tiryaklar
hükmünde olduğunu çok risalelerde ispat etmişiz. Acaba bir hasta, o hastalık
hakkında, şefkatli bir hekimin ona nâfi ilâçları içirmek hususunda ettiği
ısrara mukabil, hekime dese: "Senin ne ihtiyacın var, bana böyle ısrar
ediyorsun?" Ne kadar mânâsız olduğunu anlarsın.
Amma
Kur'ân'ın, terk-i ibadet hakkında şiddetli tehdidâtı ve dehşetli cezaları ise:
Nasıl ki bir padişah, raiyetinin hukukunu muhafaza etmek için, âdi bir adamın,
raiyetinin hukukuna zarar veren bir hatasına göre, şiddetli cezaya çarpar. Öyle
de, ibadeti ve namazı terk eden adam, Sultan-ı Ezel ve ebedin raiyeti hükmünde
olan mevcudatın hukukuna ehemmiyetli bir tecavüz ve mânevî bir zulüm eder.
Çünkü, mevcudatın kemalleri, Sânie müteveccih yüzlerinde tesbih ve ibadetle
tezahür eder. İbadeti terk eden, mevcudatın ibadetini görmez ve göremez. Belki
de inkâr eder. O vakit, ibadet ve tesbih noktasında yüksek makamda bulunan ve
herbiri birer mektub-u Samedânî ve birer âyine-i esmâ-i Rabbâniye olan
mevcudatı âli makamlarından tenzil ettiğinden ve ehemmiyetsiz, vazifesiz,
câmid, perişan bir vaziyette telâkki ettiğinden, mevcudatı tahkir eder,
kemâlâtını inkâr ve tecavüz eder.
Evet,
herkes kâinatı kendi aynasıyla görür. Cenâb-ı Hak, insanı kâinat için bir
mikyas, bir mizan suretinde yaratmıştır. Her insan için, bu âlemden hususî bir
âlem vermiş; o âlemin rengini, o insanın itikad-ı kalbîsine göre gösteriyor.
Meselâ, gayet meyus ve matemli olarak ağlayan bir insan, mevcudatı ağlar ve
meyus suretinde görür. Gayet sürurlu ve neşeli, müjdeli ve kemâl-i neşesinden
gülen bir adam, kâinatı neşeli, güler gördüğü gibi; mütefekkirâne ve ciddî bir
surette ibadet ve tesbih eden adam, mevcudatın hakikaten mevcut ve muhakkak
olan ibadet ve tesbihatlarını bir derece keşfeder ve görür. Gafletle veya
inkârla ibadeti terk eden adam, mevcudatı, hakikat-i kemâlâtına tamamıyla zıt
ve muhalif ve hata bir surette tevehhüm eder ve mânen onların hukukuna tecavüz
eder. Hem o târikü's-salât, kendi kendine mâlik olmadığı için, kendi mâlikinin
bir abdi olan kendi nefsine zulmeder. Onun mâliki, o abdinin hakkını onun
nefs-i emmâresinden almak için, dehşetli tehdit eder. Hem netice-i hilkati ve
gaye-i fıtratı olan ibadeti terk ettiğinden, hikmet-i İlâhiye ve meşiet-i
Rabbâniyeye karşı bir tecavüz hükmüne geçer. Onun için cezaya çarpılır.
Elhasıl,
ibadeti terk eden hem kendi nefsine zulmeder-nefis ise Cenâb-ı Hakkın abdi ve
memlûküdür-hem kâinatın hukuk-u kemâlâtına karşı bir tecavüz, bir zulümdür.
Evet, nasıl ki küfür, mevcudata karşı bir tahkirdir; terk-i ibadet dahi,
kâinatın kemâlâtını bir inkârdır. Hem hikmet-i İlâhiyeye karşı bir tecavüz
olduğundan, dehşetli tehdide, şiddetli cezaya müstehak olur.
İşte
bu istihkakı ve mezkûr hakikati ifade etmek için, Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyan,
mucizâne bir surette o şiddetli tarz-ı ifadeyi ihtiyar ederek, tam tamına
hakikat-i belâgat olan mutabık-ı mukteza-yı hale mutabakat ediyor.
CEHENNEM KÜFÜRÜN MEYVESİDİR
İkinci
ve Sekizinci Sözlerde ispat edildiği gibi, imân mânevî bir Cennetin çekirdeğini
taşıyor, küfür dahi mânevî bir Cehennemin tohumunu saklıyor. Nasıl ki küfür,
Cehennemin bir çekirdeğidir; öyle de, Cehennem onun bir meyvesidir.
Nasıl,
küfür Cehenneme duhûlüne sebeptir; öyle de, Cehennemin vücuduna ve icadına dahi
sebeptir. Zîrâ, küçük bir hâkimin küçük bir izzeti, küçük bir gayreti, küçük
bir celâli bulunsa; bir edebsiz ona serkeşâne dese, "Beni te'dib etmezsin
ve edemezsin"; herhalde, o yerde hapishâne yoksa da, tek o edebsiz için
bir hapishâne teşkil edecek, onu içine atacaktır.
Halbuki,
kâfir, Cehennemi inkâr ile nihayetsiz izzet ve gayret ve celâl sahibi ve gayet
büyük ve nihayetsiz kadîr bir Zâtı tekzib ve isnâd-ı acz ediyor, yalancılıkla
ve acz ile ittiham ediyor, izzetine şiddetli dokunuyor, gayretine dehşetli
dokunduruyor, celâline âsiyâne ilişiyor. Elbette, farz-ı muhâl olarak,
Cehennemin hiçbir sebeb-i vücudu bulunmazsa da, şu derece tekzib ve isnâd-ı
aczi tazammun eden küfür için bir Cehennem halk edilecek, o kâfir içine
atılacaktır.[2]
CEHENNEM CEZAYI AMELDİR
Şeriatta denilmiştir ki, "Cehennem cezayı
ameldir, fakat Cennet fazl-ı İlâhî iledir." Bunun sırr-ı hikmeti nedir?
Elcevap:
Sabık işaretlerde tebeyyün etti ki, insan, icadsız bir cüz-ü ihtiyarî ile ve
cüz'î bir kesb ile, bir emr-i ademî veya bir emr-i itibarî teşkil ile ve sübut
vermekle müthiş tahribata ve şerlere sebebiyet verdiği gibi, nefsi ve hevâsı
daima şerlere ve zararlara meyyal olduğu için, o küçük kesbin neticesinden hâsıl
olan seyyiâtın mesuliyetini o çeker. Çünkü onun nefsi istedi ve kendi kesbiyle
sebebiyet verdi. Ve şer, ademî olduğu için, abd ona fâil oldu, Cenâb-ı Hak da
halk etti. Elbette o hadsiz cinayetin mesuliyetini, nihayetsiz bir azapla
çekmeye müstehak olur. Amma hasenat ve hayrat ise, madem ki vücudîdirler,
kesb-i insanî ve cüz-ü ihtiyarî onlara illet-i mûcide olamaz. İnsan onda hakikî
fâil olamaz. Ve nefs-i emmâresi de hasenâta taraftar değildir. Belki rahmet-i
İlâhiye onları ister ve kudret-i Rabbâniye icad eder. Yalnız, insan, iman ile,
arzu ile, niyet ile sahip olabilir. Ve sahip olduktan sonra, o hasenat ise, ona
evvelce verilmiş olan vücut ve iman nimetleri gibi, sabık hadsiz niam-ı
İlâhiyeye bir şükürdür, geçmiş nimetlere bakar. Vaad-i İlâhî ile verilecek
Cennet ise, fazl-ı Rahmânî ile verilir. Zâhirde bir mükâfattır, hakikatte
fazldır.
Demek
seyyiâta sebep nefistir, mücâzâta bizzat müstehaktır. Hasenatta ise sebep
Haktandır, illet de Haktandır. Yalnız, insan iman ile tesahup eder.
"Mükâfâtını isterim" diyemez, "Fazlını beklerim" diyebilir.[3]
KÜFÜR TOHUMU
İ'lem
eyyühe'l-aziz! Hanzalenin çekirdeğinde hanzale ağacı mündemiç ve dahil olduğu
gibi, Cehennemin de küfür ve dalâlet tohumunda müstetir bulunduğunu, şuhudî bir
yakînle müşahede ettim. Ve keza, nasıl ki hurmanın çekirdeği hurma ağacına
hamiledir; aynen öyle de, iman habbesinde de Cennetin mevcut olduğunu hads-i
kat'î ile gördüm. Çünkü, o çekirdeklerin ağaçlara tahavvül ve inkılâpları garip
olmadığı gibi, küfür ve dalâlet mânâsı da tâzip edici bir Cehennemi, imân ve
hidâyet de bir Cenneti intaç edeceğinde istib'ad yoktur.[4]
NÜKTELER…
CEHENNEMLİK OLDUĞUMU SÖYLESELER
BİLE
İslâm büyükleri bu dünya hayatını gaye değil vasıta
bilir. Bu bilginin gereğine göre de hayatlarını tanzim ederler. Biz buna
"ilmiyle amel etme" hâli de diyoruz. İşte bu hâl ile hallenen, yani ilmi ile
amel eden İslâm büyüklerinden biri de. Herem bin Hayyan'dır. Hayatı hakkında
fazla birşey bilemediğimiz bu zât, günlük nafakasını hayatının gayesi değil,
belki vasıtası bildiğinden, bunun vasatını elde edince mes'elesi biter,
gayesine teveccüh eder, ebedi hayatını alâkadar eden mevzular ile meşgul
olurdu.
Herkesin uykuya daldığı gecelerde O, tenha yerlere
çekilir, derin tefekkürünü huşû içindeki ibadetiyle tenvir ve tezyin ederken
şöyle söylenirdi: "Hayret
ederim, Cennete talip olanlarla, Cehennemden korku duyanlara. Bunlar hem
Cennete talip, hem de Cehennemden korkarlar; ama yine de uyumaya devam eder, bu
kat'i gerçeğin heyecanıyla bir miktar olsun uykularını terk etme fedakârlığında
bulunmazlar:" Herem bin Hayyan,
ihlâslı dostlardan bir an olsun ayrılmak istemez, tefekkür âlemini zayıflatacak
dünya ehli kimselere yaklaşmayı faydalı bulmazdı. Nitekim Onun bu ihlâslı
dostlarından biri de Ashâbdan Hamime idi.
Bir gün Hamime'nin evine misafir gelen Herem, yatsı namazından sonra
Hamime'nin yatmayıp göz yaşları içinde namaza devam ettiğini anladı. Sabah
olunca sordu: "Bu gece seni çok ağlar gördüm. sebebi nedir acaba?"
. Şöyle cevap verdi aziz sahabî:
"İnsanların yataklarından kalkar gibi mezarlarından kalkarak hesap yerine
toplanacakları ânı hatırladım. O anda suçluların günahkârların, ibadetsizlerin
dehşetli hâllerini hayal ettim. Kendimin bunların hangileri arasında yer
alacağımı düşündüm, gözlerime bir türlü uyku girmedi, ağlamaktan kendimi
alamadım."
Herem bin Hayyan'ın sözlerinden biriyle hatırasını
bitirmiş olalım. Der ki: "Bütün
mâneviyat büyükleri, benim Cehennemlik olduğumu söyleseler, ben yine
ibadetimden, hayır ve hasenatımdan gerilemem. Dini vazifelerimi bütünüyle
yerine getirme gayretimi devam ettiririm. Zira ben Cennet ve Cehennem için
yapmıyorum bu vazifeleri. Belki Cennet ve Cehennem emri altında olan Zâtı
Ulûhiyyet'in emri olduğu için yapıyor, O'nun rızasını kazanmak için ifa
ediyorum. O dilerse Cennetine, dilerse Cehennemine koyar. Benim vazifem, O'nun
emirlerini yerine getirmek, rızasını kazanmaktır. Kaldı ki O, razı olduğu
kulunu da Cehennemine atmaz."
MÜSLÜMAN MI KAFİR Mİ
Bir gün bir adam, Hazret-i İmam'ın meclisinde şöyle
muammâlı bir sual sormuştu: "Cenneti istemeyen, Cehennemden korkmayan, ölü
eti yiyen, rûkûsuz, secdesiz namaz kılan, görmediği yere şahidlik eden, fitneyi
seven, hakkı istemeyen adama ne dersiniz? Bu adam Müslüman mı, kâfir mi?"
İmam susmuş. çevresindekilerin cevabını beklemişti.
Dinleyenler: Bunlar, kâfirin sıfatı... dediler. Tebessüm eden
İmam: Hayır, bu kimse, mü'minin ta kendisidir,
dedikten sonra, şöyle izah yaptı: Adam, Cenneti istemez, çünkü Cennetin
sahibinin rızasını kazanmak ister. Cehennemden korkmaz, çünkü Cehennemin sahibinden
korkar. Ölü eti yer, çünkü balık eti yemektedir. rükûsuz, secdesiz namaz kılar.
Çünkü cenaze namazı kılmaktadır. Görmediğine şahidlik eder. Çünkü Yaradanını
görmemiştir. Fitneyi sever, zira âyette, "Malınız ve evlâdınız
fitnedir" buyurulmaktadır. O da malını, evlâdını sever. Hakkı istemez,
çünkü ölüm haktır, ama istenmez.
Bu tevilleri dinleyenler, tebessüm ettiler ve: Bizim kâfir dediğimiz aslında kâmil Müslüman
çıktı. Ebû Hanife'ye hiçbir yerde lâf yoktur, demek zorunda kaldılar.
CEHENNEMLİKLERİN LAYIK OLMADIĞI ŞEY
Hz. Aişe validemizin rivayet ettiği bir hadis-i
şerifte Efendimiz (s.a.s.) Hacerü’l Esved’le ilgili şöyle buyurmaktadır:
“Ya Aişe! Bu taş, eğer cahiliye devrinin pislikleri
ve kirleriyle kirletilmiş olmasaydı, onunla her türlü hastalık, veba ve
musibetten kurtulmak için Allah’tan şifa istenirdi. Ve halen de Allah’ın ilk
indirdiği şekilde bulunurdu. Cenab-ı Allah, elbette bir gün onu ilk yarattığı
şekle döndürecektir. O, cennet yakutlarından bir yakut idi. Fakat Allahu Teala
onu kötülerin günahı sebebiyle değiştirip ziynetini zalim ve günahkarlardan
gizledi. Zira onlar, cennetten çıkma bir şeye bakmaya layık değillerdir.
Cenab-ı Hak alem-i ervahta insanoğlunun ruhlarına
“ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye sorduğunda bütün ruhlar, “evet, Rabbimiz
sensin” diye cevap vermişti. Rivayete gör, ruhların bu şahadeti, bir kağıt
üzerine yazılarak Hacerü-l Esved’in içine tevdi edilmiştir.
Hacerü-l Esved, mahşer gününde Allah’ın kudretiyle
dile gelerek, kendisini ziyaret ederek istilam yapanlar hakkında, onların
diyanet ve imanlarına şahadette bulunacaktır.[5]
YÜKSEK BEDELLE CEHENNEMİ SATIN ALMA
Anlatıldığına göre ulu Allah peygamberlerinden
birine indirmiş olduğu bir kitapta “ey insanoğlu, yüksek bedel karşılığında
cehennemi satın alırsın da, ucuz bir bedelle cenneti satın alamazsın”
buyurmuştur.
Bu sözün
manası şudur: bir fasık kendi gibi fasık olan bir gurup arkadaşına ziyafet
vermek istese belki de yüz veya iki yüz sarı altın harcar ve bu masraf ona ağır
gelmez. Böylece o cehennemi yüksek bir bedel karşılığında satın almış olur.
Oysa eğer o kimse Allah rızası için bir ziyafet düzenleyerek bazı yoksulları
çağıracak olsa yapacağı masraf kendisine ağır gelir. Oysa bu ziyafet cennetin
bedeli olurdu.[6]
CEHENNEME İLK GİRECEKLER
Allahu Teala, Musa (as)’a: “cennete en son girecek
olan gıybetten tevbe edenlerdir. Cehenneme ilk girecekler de gıybete devam
edenlerdir” diye vahyetmiştir.[7]
KÖTÜ KOMŞU
Ebû Müslim-i Havlânî;
dinini unutan kötü komşudan kaçmak istemekte, herkesin hayran olduğu atını
ancak bu işe lâyık görmektedir. Çünkü kötü komşu, insanı Cehenneme sürükleyen
en kötü örneklerden biridir. Nitekim iyi komşunun da Cennete sevkeden en
kuvvetli teşvikçilerden biri olduğu gibi.
Furkan sûresindeki bir
âyeti kerîme, burada canciğer dost olan bazı arkadaş ve komşuların mahşerde
birbirlerini itham edip, yakalarına sarılarak: -Sen olmasaydın ben o işi yapmayacak,
oraya gitmeyecek ve o fenalığı işlemeyecektim, diyecek, komşusu da ona: -Asıl sen olmasaydın ben öyle
yapmayacaktım. Beni o gayri İslâmi hayata sen ittin, bizim aile sizin evinizde
gördü o kötü âdetleri... diyecek.
Böylece iki komşu ve
arkadaş birbirlerinin yakalarını yırtarak Cehennemin yolunu tutacaklardır. Birbirimizi İslâm'a teşvik eden komşu
olmalıyız! Aksi takdirde burada canciğer dost. orada yakapaça düşman olmamız
mukadderdir.
NİÇİN EVLENMEDİN?
Rabia, vefatından önceki günlerde babasına sık sık
şöyle hatırlatma yapardı:
"Babacığım, bizi haramla beslemekten kork. Ben dünyada aç kalmaya
sabredebilirim. Ama Cehennem ateşinde yanmaya mütehammil değilim..."
Bir gün kendisine niçin evlenmediğini sordular.
Cevabı şöyle oldu;
"Üç şey, vardır ki
benim bütün dünyamı dolduruyor. Evlenmeyi düşünmeye vakit bırakmıyor."
Sordular: "Nedir o
üç şey?"
Cevap verdi:
"1-Son nefesimi
verirken imanla gidecek miyim?
2-Mahşerde kitabım
sağımdan mı, solumdan mı verilecek?
3-Halk, Cennetle Cehennem
yolunda ikiye bölününce; ben hangisinde yer alacağım"
[1] Fasıldan Fasıla 1, s:254
[2] 28. Sözün Zeyli
[3] Lem’alar s:87
[4] Mesnevi, s:88
[5] Menkıbeler, s:70
[6] Tenbih-ül Gafilin, s:73
[7] Menkıbeler, s:43
Комментарии
Отправить комментарий